IMF-DB toplantıları, ardında bir dizi sonuçlar bırakarak bitti. Sermayenin efendileri, krizin tüm dünya halkları için yıkıcılığını daha da derinleştirdiği bu dönemde toplantılarını bizim topraklarımızda yaptılar. Ve Taksim Meydanı’nda, yaratmak istedikleri dünyanın bir minyatürünü bomba, mermi ve coplarla canlandırdılar.
Kongre salonlarının içinde, sistemin doğası gereği sürüklendiği bu “kriz”den sermayelerini nasıl kurtaracaklarını tartıştılar. Emekçileri nasıl daha fazla sömürebileceklerini, yoksullaştırma programlarına bu koşullarda nasıl şekil vereceklerini ve kendilerini nasıl yeniden organize edebileceklerini tartıştılar. Zira, toplantıların en önemli sonuçlarından birisi IMF’nin ve DB’nin yeniden yapılandırılmasına ilişkin kararlar oldu. Aslında toplantı sonuçları kendi içinde bir dizi açmazı ve kapitalist sistemin insanlık için nasıl bir felaket olduğuna dair itirafları da içeriyordu.
Toplantının fonunda bir ara Hasta Siempre ve Guantanamera parçaları çalınarak IMF teknokratları adeta halk ayaklanmaları tehdidiyle ‘motive’ edilirken, Başbakan Erdoğan da “dışarıdaki protestolara kulak verin” diyerek bu tehdidi hatırlatıyordu. Liberal dönemde kapitalizm artık günahlarından utanmadığını DB Başkanı’nın ağzından açık açık itiraf ediyordu: “1 milyar insan yoksulluk çemberinde, önümüzdeki yıl 90 milyon insan aşırı yoksulluk içinde yaşayacak, 59 milyondan fazla insan işini kaybedecek, Afrika’nın Sahra altındaki bölgelerinde 30 bin ile 50 bin bebek ölecek.” Elbetteki hepsi bununla sınırlı değil.
Kongre salonlarının dışında ise İstanbul sokaklarını dolduran, emeğine, ülkesine ve tüm insanlığa sahip çıkan devrimcilerin öfkesi vardı. Zaman zaman ilerici emek örgütleri ve solun öncülüğünde ortaklaşan emekçilerin, zaman zaman öfkesini kuşanan devrimci gençlerin, işten atılan güvencesiz işçilerin, tüm yaşamsal hakları elinden alınan yoksulların sesi bir hafta boyunca yükseldi.
“Ben mazlumların protestosunu kastettim, sokaktakilerin değil” diyor Başbakan Erdoğan. O’na göre kumarhane kapitalizmi sessizce protesto edilmeliydi. İşçiler, işsizler, kadınlar, gençler, köylüler ve yoksullar, masalarına bir fiş gibi sürüldükleri kumarhanelerin camlarını kırmamalıydılar. Halk sessiz olmalı ya da en fazla beddua etmekle yetinmelidir. Yoksullar, sadece hayatlarından ve geleceklerinden değil, onurlarından da vazgeçmeli ki; onlar daha rahat yönetebilsinler. Oysa biz biliyoruz ki başkaldırı olmadan onur kazanılmaz, isyan olmadan mutlu bir gelecek kurulamaz. Yeryüzünün yeni tanrılarına ve fermanlarına tek bir yolla cevap verilebilir: isyan! Evet önce küçük isyanlar fermanları yırtmayı deneyecek, olmazsa tekrar ve daha büyük….
Her gün fermanlarını okuyorlar yüzümüze; panzerler, robocoplar, coplar, gaz bombaları eşliğinde:
“Duyduk duymadık demeyin!
Yoksulların mahalleleri, evleri yıkılıp yerlerine lüks konutlar, alışveriş merkezleri yapılacak…
Okullarda her çocuktan para alınacak; parası olmayanın anasına tuvalet temizlettirilecek…
‘Katkı’ da bulunmayan hiçbir hastaya bakılmayacak; ölenler bile para almadan sahibine verilmeyecek…
Bu topraklardan çıkan her damla su kollanacak; her damlası satılacak…
Toplu ulaşımdan kar edilecek; makam araçları her yıl yenilenecek…
Hiç kimsenin işgüvencesi olmayacak; işçiler her an ‘kapının önüne konulurum’ diye korkutulacak, çok çalıştırılıp az para verilecek…
Kadınlar evden çıkmayacak; en az üç çocuk doğuracak, ölenin yerine yenisi yapılacak…
Nüfusun üçte biri işsiz kalacak, böylece işçi ücretleri düşürülecek, sadaka karşılığı oy toplanacak…
Engelliler ortalıkta dolaşmayacak; eve kapanıp ibadet edecek…
Ormanlar, dereler, madenler satılacak; her şey paraya çevrilecek.…”
Evet! Eksiği var, fazlası yok bu fermanın.
Mahallelerimizi binalardan ve sokaklardan ibaret gören, buralarda yaşayanları yok sayanlara, kentsel dönüşüm adı altında evlerimizin, kentlerimizin yağmalanmasına karşı çıkmak için… Depremzedeleri sokağa atıp, depremzede konutlarını personeline verecek kadar dinleri, imanları, vicdanları metalaşanlara “dur” demek için… Üniversitelerin ticarethaneye dönüştürülmesine karşı “Üniversiteler bizimdir” demek için… Toplu ulaşımı bir kamu hizmeti değil ticaret olarak gören, zam üstüne zam yapanları durdurmak için… Otomotiv ve petrol tekelleri için şehirlerimizi talan eden 3. köprü tipi cinayetleri engellemek için…
Kayıt parası, katkı payı adı altında eğitimin ticarileştirilmesine karşı… Çayda, fındıkta, üzümde, şekerpancarında, buğdayda borsa sistemi kurup çiftçiyi tüccarlara ve tefecilere ezdirenlere karşı… İşçilerin köle gibi alınıp satıldığı taşeron sistemine ve özel istihdam bürosu adıyla kurulan yeni marabalık sistemine karşı… Sularımızı içilemez hale getirdikten sonra ticarileştiren, halka karşı su savaşları başlatan halk ve doğa düşmanlarına karşı…
Sağlık ocaklarımızın kapatılıp, sağlığımızın tüccarlara teslim edilmesine karşı… Toplumu tarikat, cemaat; kendilerini şeyh, imam gibi gören gerici AKP’lilere karşı….
Halka zulmetmeyi iktidar olmanın gereği sayanlara dur demek için…15 yıl İstanbul’u yönetmenin bedeli olarak 36 yurttaşımızın selde boğulmasına, Şavşat’ta 5 insanımızın ölümüne neden olan AKP’li paragözlere “dur” demek için….
Şimdi birleşme zamanı. Haklarımız için ayrı ayrı verdiğimiz mücadeleleri birleştirme zamanı. Eğitim hakkımızı, sağlık hakkımızı, barınma hakkımızı, su hakkımızı, insanca yaşam hakkımızı “halkın hakları var” diyerek mücadelede birleştirme zamanı.
Bankacılar, borsacılar, emek hırsızları, insan tacirleri, yani kapitalistler ve onların işbirlikçileri haklarımızı yemekten vazgeçmeyecekler. Biz de emeğimize, onurumuza, geleceğimize sahip çıkmaktan vazgeçmeyeceğiz. Bu bir temenni değil gerçektir!
Barınma hakkının zaferi Dikmen’de kalmayacak, taşeron işçilerinin Prometeus’u Devrimci Sağlık-İş yirmi hastanede durmayacak. Kent A.Ş. işçileri yenilmeyecek. Harç zamlarının geriletilmesi parasız eğitime giden yolun daha başı. 14 yaşındaki kız çocuklarının yasal ve yasadışı tacizcileri devrimci kadınlardan kaçamayacak.
Filistin’de tanka taş atan çocukları Diyarbakır cezaevi durduramayacak. İzmit’ten Ankara’ya elinde ilaç torbasıyla “ömrümün son günlerini yetimlerin hakkını aramaya adadım” diyerek yürüyen 70’lik Necla Nine’nin emeği boşa gitmeyecek.
Evet “onlar açlık diyor, biz…”
21 Ekim 2009
Aktüel Gündem