Sig. Pellegrini ve mahallenin Real takımı
Geçtiğimiz Çarşamba günü oynanan Şampiyonlar ligi karşılaşmalarından önce yaptığımız futbol sohbetinde Real Madrid – Lyon maçının ilginç olacağını ve bu karşılaşmada Real Madrid’in 3 gol atması gerektiği düşüncesini arkadaşlarımızla paylaştık.
Aslında ilk maçta 2-1 yenildikleri Lyon’a karşı Los Galacticos’a 1-0 galibiyet bile yetecekti ancak…
Skorların maçı yönetmesine izin verilmesi de gerekmiyordu.
Neticede rakibinin en değerli oyuncusu Karim Benzema’yı sezon başında 35 milyon Euro vererek almıştınız.
Almıştınız ama soyunma odalarının havalarını hatırlasaydınız Lyon takımının takım olduğunu ispatlaması için gereken tüm şartları oluşturduğunuzu da fark edebilirdiniz.
Maç öncesi kendi sahanızda 80.000 kişiyle oymanın verdiği avantajla maçın ilk saatinde Lyon’u maça ortak olamayacağını hissettirmeniz gerektiğini;
Lyon’un bu atmosferde maçtan kopmaması halinde umutlarının giderek artarak size tatsız bir sürpriz yaşatma riskinin varlığını düşünmeliydiniz.
Bunu düşünecek ilk kişi takımın teknik direktörü Sig. Pellegrini’ydi tabii ki.
Aynı Sig. Pellegrini özellikle maçın ikinci yarısının hemen başında maçı kendi şovuna dönüştüren Cristiano Ronaldo’nun takımına bu maçta zarar vermek üzere olduğunu düşünmediği gibi!
Bu dakikalarda tek bir vücut olarak direnen Lyon’dan topu her defasında kazanan 10 Real’li o topun Ronaldo’nun bir zevk abidesi altına girdiğini kazandıktan sonra sadece izliyorlardı.
Evet, özellikle ikinci yarı Cristiano Ronaldo hem takımına hem de modern futbola ihanet edercesine sahada kendisinden başka hiçbir şey olmadığı egosuna girerek gösterdi.
Hiçbir pozisyonda arkadaşlarının da oyunda olduğunu düşünmedi.
Hiçbir pozisyonda topu tekte oynamadı.
Hiçbir pozisyonda savunma yapmadı.
Hiçbir pozisyonda topu kaybettikten sonra kazanma reaksiyonunu göstermedi…
Sadece top kayıplarından sonra nasılsa Kraliyet ailesinin köleleri topu kazanacaktı diye düşünerek tıpış tıpış yürüyerek olan biteni izledi.
Ve sahada yetenekli bir sürü yıldızlar topluluğundan kurulmuş koca bir takımı adeta mahalle takımına çevirdi.
Hani yetenekli tek bir futbolcuya sahip olan birçok yeteneksizin oluşturduğu mahalle takımları gibi.
10 Tane yeteneksiz topu sadece kazanıp kullanmadan ona verecek o da çalım üzerine çalım yapacak…
Sao Paulo’da mahalle aralarında çok başarılı olan Kaka bile Ronaldo’nun yanında bir kez top kullanmaya cüret edemedi !
Tabii, Cristiano Ronaldo genç bir futbolcu.
Türkiye ve Dünya üzerinde öncelikle futbolcunun eleştirilmesine karşı olan bir futbol antrenörüyüm…
Ancak burada söz konusu olan futbolcu 6 yıl Premier Lig’de ve önemli bir futbol kültürüne sahip bir ülkenin önemli bir takımında önemli bir futbol adamıyla çalışan bir futbolcuysa sözün onu da içine alacağı artık kaçınılmazdır.
Hem de bu futbolcu yıllarca ödül üstüne ödül bırakmayacak kadar yetenekliyse!
O ve teknik direktörü Pellegrini sanırım bundan sonra “yeteneklerini takımı için kullanmanın en önemli yetenek olduğunu” fark edeceklerdir.
Peki hocaya ne diyelim o zaman diyen sevgili antrenör arkadaşlarım olduğunu hissediyorum.
Ne diyelim hocam 🙂 …
Signor Pellegrini, 1 Haziran 2009’da Kaka transferi sonrası “Eğer Şampiyonlar Ligi’ni kazanmak ve yeniden dünyadaki en iyi takım olmak istiyorsak, dünyadaki en iyi oyunculara ihtiyacımız olacak.” demiş…
Demiş de dünyadaki en iyi oyunculara sahip olmanın dünyadaki en iyi takım olmaya yetmeyeceğini o günler de anlayamamış.
Anlamış olsaydı maçın 55. Dakikasında Cristiano Ronaldo’nun takımdan üstün olmadığını hem Ronaldo’ya hem takımına hem milyonlarca insana tek bir hamlede anlatabilirdi.
Üstelik bunu yapabileceği ortam çok uygundu.
Real Madrid takımının ve takım oyununun simgesi olmuş Raul gibi bir oyuncu da kulübedeydi.
Mesaj hem Ronaldo’ya hem de takıma çok keskin bir uyarıcı olacaktı.
Ve böylece ikinci ve üçüncü golleri atmak için geriye kalan 10 kişilik diğer ekibin yeter olduğuna inandığınızı gösterebilecektiniz.
Zaten buna inanan bir Teknik Direktörlerinin olduğunu gören bir iki futbolcu böyle bir ortam için yetecekti…
Birçok sporseverin 2004 yılının 24 Haziran’ında EURO 2004’ün unutulmaz maçlarından olan Portekiz İngiltere maçında olduğu gibi…
Bu maçı izlediğini sanmadığım Signor Pellegrini’ye hatırlatmak için 24 haziranda olan olay neydi bir göz atalım…
Maçın henüz 3. Dakikasında geriye düşen ev sahibi Portekiz ilerleyen dakikalarda gol kaydına erişemedikçe gerilim artıyordu.
Bir pozisyonda o günkü genç Simao’nun topu gol pozisyonu için daha müsait arkadaşına atmayıp taç çizgisine yakın bir durumdaki Figo’ya atması sonrası 1-0 mağlup durumdayken teknik direktör Scolari yanlış tercihte bulunan oyuncuyu değil genç oyuncuda baskı unsuru olan Figo’yu oyundan aldı.
Hem de mağlup durumdayken Portekiz Ulusal kahramanı Figo’yu oyundan almak…
Hem de sahada o gün takım kaptanı Figo gerçekten iyi oynuyordu.
Ama takımın Figo’dan daha güçlü olduğunu hissetmesi lazımdı…
İşte bu ortamda bu hamleyi yapmak için kendine ve takımına güvenmek lazımdı.
Dahası antrenör olmak lazımdı.
Nitekim Scolari’nin 75. Dakikada 1-0 mağlup durumdayken Figo’nun yerine aldığı 21 yaşındaki genç Postiga maçın 82. Dakikasında eşitliği sağladı..
Ve maçı turnuvanın en iyi takımlarından olan İngiltere karşında önce uzatmaya taşıdı sonra da yarı finale yükseldi.
Tabi o gün saha kenarında bir Antrenör vardı…
Aynı 10 Mart 2010 Tarihinde Madrid’de oynanan maçta olduğu gibi. . .
Hürser Tekinoktay